Yarı çocuk-yarı genç bir taze iken “Ruhani” öğretilere girmeyi
billahi ben de denedim. tüm iyi niyetimle. Ne yaptım? Leo Buscaglia ve Richard
Bach okudum. Kuru yaprakların ve dahi kainatın güzelliği, muzip rahibelerin
sıradan bilgeliği, sarılmamız gereken içimizdeki çocuğun gerekliliği falandı
filandı derken o pembe, yapış yapış pamuk şekeri tadı içime fenalık getirdi. Anlayacağınız
sevimli, iyimser, “Ruhani” kitaplar bittiğinde “Ee, yani?” diyen bir ruhsal
gariban olduğumla ta o yıllarda yüzleştim ben. Dolayısıyla yıllar sonra “Paulo
Coelho nam bir yazar var imiş, hele çok methettiler, okuyalım bir” deyip de Simyacı’yı
okuyunca “Ha, anladım ben seni, sağol” deyip uzadım hazretten.
Daha da bir kitabını pek okumazdım ya; kütüphaneye
gittiğimizde hava sıcaktı, oğlum kütüphane kapısında bekleyip bir an önce işimi
halletmem için homurdanmayı tercih edince –içeri girse ölecek sanki! hey
allahım ya!- ben de elime ilk geçen kitaplar arasından seçim yapmayı kavga
etmeye tercih ettim. Aldım Zahir’i, çıktım.
Pislik yapmayayım, roman tadı var mıydı? Vardı. Bi oturuşta
okudum mu? Okudum. Ama keşke ruhani mevzular filan demese kitaplarında düpedüz.
Bunun seveni vardır, o ayrı. Ama
okuduğum bir metinde bunu görünce benim cinim tepeme çıkıyor. Bu işlerin hap
yap para kap misali, kör gözüm parmağına insanlara kakıştırılması,
basitleştirilmesi… Cinci hoca hesabı işte diyeyim, siz anlayın.
Romanın konusu şöyle: Ünlü yazarın karısı ortadan kaybolur,
adam kadına ne kadar âşık olduğunu baştan keşfetmek ve bu arada kendisini de
tabii yeniden keşfetmek, e, karısını da bulmak durumunda kalır.
Daha önceden okumayı denediğim ruhani kitaplarda pis pis
bıyık altından gülmüştüm, itiraf ederim. Ama bunun sonunda kahkahayı bastım.
Kütüphane malı ya şimdi bu kitap. Okuyan arkadaşın biri sen o kadar oku oku, Allah bilir çok da beğen kitabı, sonuna gelince şok
geçir mi? Dayanamayıp yazmış oraya “Bu nasıl aşksa? Tüm kitabı tek bir sözcükle
mahvetmek diye buna denir!” Sonuna da ünlem ünlem üstüne basmış. Bir sonra alan
da ona cevap yazmış: “Katılıyorum ve sevgiyi bulmaya çalışan birinin sevdiği
adamdan değil de ordan yolu geçen birinden hamile kalması tuhaf” O da sonuna
soru işaretlerini basmış üst üste. “N’oldu canım, aşksal yapınız mı incindi?”
yazsam mı diye düşünüyorum kitaba. “Ahanda size Zahir. Güle güle büyütün.”
Kitaptan bir bölüm:
“Çok güçlü olan Zahir
her insanla birlikte doğmuştu ve çocukluk döneminde, daha sonra hep saygı
duyulacak olan kuralların ona zorla kabul ettirilmesiyle tüm gücünü kazanmış
gibi görünüyordu.
Farklı olan insanlar tehlikelidir; başka bir kabileye
aittirler; topraklarımızı ve kadınlarımızı isterler…
Mücevher almalıyız; bu kabile kimliğimizi belli eder; tıpkı vücutlarına
takılar takanların farklı kabileden olmaları gibi.
Gerçek duygularını ifade edenleri küçümsemeli ve onlarla
eğlenmeliyiz; üyelerinin duygularını göstermesine izin verilmesi bir kabile
için tehlikelidir.
Ne pahasına olursa olsun ‘Hayır’ demekten kaçınmalıyız.
Çünkü insanlar daima ‘Evet’ diyenleri tercih ederler ve bu şekilde düşman
topraklarında sağ kalabiliriz…
Eğer farklı davranırsan kabileden kovulacaksın, çünkü
diğerlerine de bulaştırabilirsin ve yeni baştan düzenlenmesi çok zor olan bir
şeyi mahvedebilirsin…
Sessiz müzik çalmalıyız, sessizce konuşmalıyız, gizli gizli
ağlamalıyız; çünkü ben çok güçlüyüm, Zahir’im, kurallara teslim olan ve tren
rayları arasındaki uzaklığı belirleyen, başarının anlamı, sevmenin en iyi yolu,
ödenen bedellerin karşılığı”
Not: Ha, kitaba not mot yazmadım, o ayrı. Sadece kendime ait
kitapları karalarım. Yoksa yazardım, ne yazmayayım?